Büyümek istemiyorum!


Bana iyi gelen kitapları bitmesin diye yavaş yavaş okurum. Her akşam uyumadan önce birazcık... Romanın kahramanları ile özdeşleşip, hayali bir boyuta geçip, mümkünse rüyalarıma girsin isterim.
İşte bu kısa ve kolay okunur kitabı da tam üç haftadır bitirmemeye çalışırken bu akşam bitti.
Kapağını kapattım, gözlerimi yumdum, içime bir huzur doldu. Mutluluk, umut ve çocukça bir heyecan...

“Teşekkür ederim Serdar Özkan” dedim kendi kendime. İyi ki diğer işleri bırakıp sadece roman yazmaya başlamışsın. “Kayıp Gül” ü de çok sevmiştim. “Hayatın ışıkları yanınca”yı da çok beğendim.

Kitabı okumaya başladığımda biraz donuk, umutsuz ve keyifsiz bir dönemimdeydim. Hani olur ya, bütün tatsızlıkların üst üste geldiği ışığın uzaklaştığı, hayatı gırgıra alma kabiliyetimizi yitirdiğimiz zamanlar...
İşte böyle bir zamanda bir kitap bildiğim şeyleri başka cümlelerle tekrarlayıp bana ümit verdi.

“... bizi ışık olmaktan alıkoyan tek şey Ben Canavarı’ymış. Bu vahşi canavarı evcilleştirmenin de tek yolu karşılıksız sevgiymiş...”

“Ben Canavarı”... ne güzel laf.  Sürekli “ego” duymaktan iyice sıkılmıştık...

Kitaptaki sevdiğim cümlelerden bir tanesi de “En büyük mucize karşılıksız sevebilmektir.”
Ne kadar doğru... Birini hiçbir neden, hiçbir çıkar olmadan sevebilmek... Ne olursa olsun sevmeye devam edebilmek... Gerçekten bir insanın başına gelebilecek en güzel şey. Başka mucizeye gerek yok.

En çok hoşuma giden şey ise kitabın içimdeki çocuğu uyandırması oldu. Çoook uzaklara gittik beraber... Ben 7 yaşında Ayşegül kitapları okuyan küçük Ayşe oldum. Ayşegül’ün bir yunusla arkadaş olduğu kitabı hatırladım... Bu hikâyeyi o kadar çok sevmiştim ki, yıllarca bir yunusla arkadaş olup onunla yüzmek, taklalar atmak, gülmek istedim...
Dalga geçerler diye başkalarına söylemeye utandım ama ben hep yunusum gelecek zannettim. Ne zaman uzun bir tahta iskele bulsam, ucuna oturup ne olur gelsin diyerek dua ettim. Sonra kazık kadar kız oldum, yine her yunus görüşümde heyecanlandım. Belki bir gün daha yakınlarda olurlarsa tekneden atlayıp onlarla yüzerim diye hayal ettim...

Bir yunusa dokunabilmek ancak 44 yaşında kısmet oldu. Bundan iki sene önce Çeşme Altınyunus’da bütün gün insanları sırtında taşıması için balık rüşveti alan yunus beni sevdi mi bilmem? Ama ben onu çok sevdim. Sözde oraya çocuklar için gitmiştik ama ben çocuklardan daha fazla mutlu oldum.

Kitabı okurken farkına vardım ki, ben hâlâ yunusumu bekliyorum. Bir gün balık için değil de, sadece benimle oynamak için bir yunus sahile yaklaşacak zannediyorum. Koskoca kadın olmuşum ama hâlâ bu ümidimi kaybetmemişim. Normal mi?
Orasını bilemeyeceğim ama ben çocuk Ayşe’nin hâlâ içimde olduğunu öğrendiğime çok sevindim. Gitti sanmıştım, büyüdü zannetmiştim... Demek ki uyuyormuş... Uyandı bu akşam. Pek de iyi oldu, çünkü bu aralar ona çok ihtiyacım var. Hayata çocuksu ümitlerle bakmak, insanlara karşı güvenimi kaybetmememi sağlamak için bana yardım etmeli. Ben de onun elinden sıkıca tutup bir daha uzun süre uyumasına izin vermemeliyim.
Hayata büyüklerin gözleriyle bakmak istemiyorum. Ne zaman denesem üzülüyorum. Ben hep çocuk kalmak istiyorum!

Paris, 26 haziran 2011


Popular posts from this blog

Ildır'ın suçu ne?

Susarak anlaşmak…

Uslanma hiç hep deli kal!