Posts

Showing posts from February, 2011

Gülme krizi!

Image
Gülme krizleri uzmanlık alanımdı genç kızken. Neden başladığının hiç önemi yoktu. Genelde küçücük, anlamsız bir şeyden başlar, kısa sürede kontrol altına alınamayan bir yangına dönüşürdü. Acayip sesler çıkartarak, o çıkan sesleri duyup daha da fazla gülerek, gözlerimden yaşlar gelip karnım ağrıyarak, nefessiz kalana kadar güldüğüm günler en çok lise dönemine rastlar. İki günde bir sınıftan dışarı atılırdım. Öğretmen “koridorda bekle, sakinleşince gel” derdi. Sakinleştiğime inanınca kapıyı vururdum. Sessiz ve yüzlerinde hafif bir gülümsemeyle bana bakan sınıf arkadaşlarımı görünce yeniden gülmeye başlar, tekrar dışarı atılırdım. Sözlüye kalkınca gülmekten konuşamadığım için sıfır aldığım da çok olurdu. (Tembel bir öğrenci değildim. Ama derste dinlemek yerine şamata yapmayı tercih ettiğim için evde daha çok çalışmak zorunda kalırdım.) Bir de insanın beraber güldüğü arkadaşları vardır, göz göze gelmen yeter. Hiçbir şey olması gerekmez. En samimi olduğum çocukluk arkadaşım Şebnem’le Fen

İtinayla pot kırılır(!)

Image
Kastî yapmıyorum, çıkıveriyor ağzımdan farkında olmadan. Aklımdan geçeni anında söylediğim için herhalde... Artık mümkün olduğu kadar dikkat etmeye çalışıyorum. En son üç ay önce doğum yapan birine “Eeee doğum ne zaman?” dediğimde, hamilelikle ilgili sorular sormayı tamamen bıraktım. O güne kadar hamile olmayan kaç kişiye “tebrik ederim, ne kadarlık?” diye sorup yerin dibine girmiştim zaten. Artık hafif şişkin bir karın görünce görmezlikten geliyorum. O bana söyleyinceye kadar ağızımı açmıyorum. Yaş meselesi de çok kritik. Yaşından küçük tahmin edersen iyi ama özellikle kadınların yaşını büyük tahmin edersen, ölümlerden ölüm beğen. Yaş konusunda da çıt yok bundan sonra. Kilo konusu var bir de. Birini uzun süre görmeyince insan ister istemez bir şeyler söylüyor. Geçen yaz bir arkadaşıma “Oh oh tatilde kayınvalidenin yemekleri yaramış” dedim diye eşim bana çok kızdı. Öyle denmezmiş! Bir defa, söylediğim arkadaşımız erkekti ve kilo yakışmıştı. Hiçbir art

Mutluluk bulaştıranlar...

Image
İnsanlar soyadı Mutlu olduğu için mutlu olsaydı, soyadı Güzel olan çirkinler, Uzun olan kısalar, Zarif olan kabalar, Ak olan yüz karaları olmazdı. Bazı isimleri taşımak hiç de kolay değil. Bazıları ise bir zorluğu olmamasına rağmen taşıyana yakışmıyor. Ben son zamanlarda soyadını çok yakıştırarak taşıyan birini tanıdım: Yeşim Mutlu. Blog yazılarından birinin başında da söylediği gibi eşinin soyadını büyük bir keyifle taşıyor: “Soyadımızı çok seviyorum. Kulağa hoş gelmesinin yanı sıra bende hep mutlu çağrışımlar bırakıyor.”   Yeşim’in mutlu olmak için nedeni çok. Güzel ve sağlıklı çocukları, aşık olduğu bir kocası, sevdiği bir işi var. Bunların yanı sıra, yoğun bir şekilde katıldığı sosyal sorumluluk projeleri ile o kadar çok kişiyi mutlu ediyor ki, sırf bu bile onun mutlu olması için yeter. Yeşim’in çok insanda olmayan, sizi sarıp sarmalayan bir enerjisi var. Her şeye yetişmeye çalışırken yüzünden o güzel gülüşü hiç eksik olmuyor. Kafasında o kadar çok proje var ki, hangisini yapac

Sevgi-liler günü!

Image
Yaklaşıyor yine o gıcık gün. Gül gibi geçinen sevgililerin kavga ettiği, evlilerin ayrılmaya karar verdiği, yalnız olanların kendilerini daha bir yalnız hissettiği o sevimsiz gün... Empoze edilen bütün günlere gıcığım zaten ama buna daha bir çok! Çiçek, çikolata, mücevher satacağız diye insanları şaklaban etmeye ne hakkınız var ya? Sevgilin varsa her gün sevgililer günü, 14 Şubat’ta özel bir şey yapmazsa, seni sevmiyor mu demek oluyor? Değil tabii... Ama bu kadar kolay sıyrılmak, kayıtsız kalmak da mümkün olmuyor. Hele bir unutsun, kıyamet kopuyor! Yaptığı jest arkadaşının sevgilisi kadar iyi değilse, kıskançlıktan bir iki laf sokuşturuluyor. Öyle bir baskı var ki, unutmak lüksün yok zaten. Daha bir ay öncesinden yerlerde göklerde yazıyor. Bir gün önceden “Eeee yarın akşam ne yapacaksınız?” soruları başlıyor. Ertesi günü de, “seninki ne sürpriz yaptı?” “Ne hediye aldı?” geyiği devam ediyor. Seninki kayda değer bir şey yapmadıysa vay haline zavallının! Bu durumd