Posts

Showing posts from 2011

Anasını sevmiyorsan kızını alma!

Image
Gittikçe anneme benziyorum. Her geçen sene biraz daha fazla! İşin kötüsü, daha çok beğenmediğim, hatta gırgıra aldığım hallerine benziyorum. “Kızım kalp krizi geçirteceksin bana!” “Yaaa anne, bu kadar da evhamlı olunmaz ki, rahat ol biraz!” Ah anneminki de evham mıymış? Ne rahat yetiştirmiş bizi meğerse... Üstelik o zamanlar cep telefonu da yokmuş... Benim şimdiki hâlim içler acısı... Kızlardan biri cep telefonuna 10 dakikadan fazla cevap vermesin, bütün arkadaşlarını sırayla aramaya başlıyorum. Ben olsam sinir olurdum ama elimde değil, merak ediyorum işte! ✳✳✳ “Ayşe, şu önde yürüyen kadının poposu mu daha büyük, benimki mi?” “Seninki anne! J ” “Bana baaak, kızdırma beni!” Benim popomla bir alıp veremediğim yok. Kızlara popo boyutu karşılaştırması yaptırmıyorum ama aramızda şöyle konuşmalar geçebiliyor: “Kızlar Lea’nın annesi benimle aynı yaştaymış. Ne olur çabuk söyleyin, ben o kadar yaşlı durmuyorum, değil mi?” “ Hahaha haaaa” “Ne???”

Gelmek isteyen kaza

Image
Serin, hatta soğuk sayılabilecek bir Mart sabahı Béatrice ile birlikte Paris’teyiz. Gökyüzünde gittikçe fazlalaşan koyu gri bulutlar ve rüzgâr yağmurun yaklaşmakta olduğunu haber veriyor. Béa’nın Mini Cooper’ının içi sıcak, radyodan hafif bir müzik geliyor ve koyu bir sohbete dalmışız... Benim pazarlamam sıfır olduğu için yeni müşteri bulma konusunda bana Béatrice yardımcı oluyor. Onunla 2007 yılında şirket kurma ile ilgili bir eğitim sırasında tanıştık. Béa’nın uzun vadeli bir projesi vardı ve gerçekleşinceye kadar bana pazarlama konusunda yardım edebileceğini söyledi. İnsan olarak da çok hoşlandığım bir kişiden böyle bir teklif gelmesi beni çok sevindirmişti. Fakat hemen sonra Béatrice göğüs kanserine yakalandı... Bu zor dönem bizi çok yakınlaştırdı. Elimden geldiğince ona destek olmaya çalıştım. Béa kendisini iyi hissettikçe bana yardımcı olmaya devam etti. Bu onun biraz olsun hastalıktan uzaklaşıp, çalışma hayatından kopmamasını da sağladı. 2009 yılına geldiğimizde Béa artı

Ildır'ın suçu ne?

Image
Adnan Menderes havaalanında bizi Paris’tekinden 15 derece daha fazla bir sıcaklık ve kollarını neşeyle açıp kucaklayan annem karşıladı. Oh be! Bütün kış beklediğimiz yaz tatilimiz başlıyordu işte... Havaalanından çıkmamız gece yarısını geçti. Hareketli bir CD koyduk ve bütün yol boyunca sesini sonuna kadar açıp dans ettik. Dağ yolundan çıkıp köyün içine girdiğimizde ben müziğin sesini kıstım. Çocuklar “anneeee hayır” diye itiraz ettiler. “Saat sabah 1.30, bu saatte köyde herkes uyur, bangır bangır müzik çalarak geçilmez...” diye açıklama yapmaya başlamışken... O da ne? Sur Cafe tıklım tıklım, Ildırı Balık Lokantası henüz kapanmamış, Herakles’te bile bu saatte terasta birkaç masa var! Hayırdır inşallah... Neyse, biz siteye vardık, uyuduk, uyandık, ertesi gün köye gittik. Önce Herakles’e uğradık. Meleğin güler yüzü, garson Özkan’ın saflığı hiç değişmemiş. Ama Herakles daha da güzelleşmiş. Meleğin ince zevki her köşede... Bir iki masa daha eklenmiş, iskemleler yenilenmiş

Erkek olmak zor iş!

Image
Yıllar sonra karşılaştığım bir okul arkadaşım neden hiç evlenmediğini açıklarken “Kadınlardan korkuyorum!” demişti. “Ben de!” dedim, “Haklısın valla, ben de çok korkuyorum!” Şaka yaptığımı zannetti önce ama ben çok ciddiydim. Ne yalan söyleyeyim, hemcinslerimden feci halde korkuyorum! Bir kadının ahını almayacaksın, sana yapmadığını bırakmaz! Boşanma aşamasında bir arkadaşımın kocasına yaptıklarına şahit olunca bunu daha iyi anladım. Bunun erkek versiyonları da var tabii... Fakat erkek çok kafa yorulması gereken bir kötülük yapıyorsa, anlayın ki arkasında ona akıl veren bir kadın var. Erkek düz mantıklıdır, saftır. Aklı entrikalara ermez. Yalan söylemeyi bile yüzüne gözüne bulaştırır, hemen açık verir. Yaptığı işe tamamen yoğunlaşır. Sevişirken konsantre olma problemi yoktur. İki şeyi aynı anda yapmakta zorlanır. Mesela, bir şey okuyorsa sorulan soruya cevap veremez. Kadın ise aynı anda birçok şeyi yapmak konusunda uzman olmasına rağ

Büyümek istemiyorum!

Image
Bana iyi gelen kitapları bitmesin diye yavaş yavaş okurum. Her akşam uyumadan önce birazcık... Romanın kahramanları ile özdeşleşip, hayali bir boyuta geçip, mümkünse rüyalarıma girsin isterim. İşte bu kısa ve kolay okunur kitabı da tam üç haftadır bitirmemeye çalışırken bu akşam bitti. Kapağını kapattım, gözlerimi yumdum, içime bir huzur doldu. Mutluluk, umut ve çocukça bir heyecan... “Teşekkür ederim Serdar Özkan” dedim kendi kendime. İyi ki diğer işleri bırakıp sadece roman yazmaya başlamışsın. “Kayıp Gül” ü de çok sevmiştim. “Hayatın ışıkları yanınca”yı da çok beğendim. Kitabı okumaya başladığımda biraz donuk, umutsuz ve keyifsiz bir dönemimdeydim. Hani olur ya, bütün tatsızlıkların üst üste geldiği ışığın uzaklaştığı, hayatı gırgıra alma kabiliyetimizi yitirdiğimiz zamanlar... İşte böyle bir zamanda bir kitap bildiğim şeyleri başka cümlelerle tekrarlayıp bana ümit verdi. “... bizi ışık olmaktan alıkoyan tek şey Ben Canavarı’ymış. Bu vahşi canavarı evcilleştirm

Yıllar geçtikçe...

Image
Anladım ki, Büyük konuşmayacaksın. Kimseyi ayıplamayacaksın. “Nasıl böyle bir şey yapabilir?” demeyeceksin. Gelince başına görürsün nasıl olduğunu. Anladım ki, “Tamam her şey bitti. Ben bittim artık.” demeyeceksin. Her kötü bitiş, bir iyi başlangıcın habercisi. Anladım ki, En çok ruh sağlığına önem vereceksin. Beyin tutulması ay tutulması kadar kısa sürmez. Sana senden başkası yardım edemez. Anladım ki, Arkadaşların için ayırdığın her saniye, Harcanmış değil, Kazanılmış zamandır. Fazlasıyla geri döner. Anladım ki, Sevmekten, sevilmekten daha önemli bir şey yok. Gerisi boş. Detay. Anladım ki, “Keşke” dememek için, Aklından geçeni anında yapacaksın. Yarın çok geç olabilir. Anladım ki, Hayat sürprizlerle dolu. İyisi de var, kötüsü de. Her şeye hazırlıklı olacaksın. Anladım ki, Mutluluk zor bir av, Çok isteyeceksin, Olumlu düşüncelerini yem yapıp, Kalbini açıp, sabırla bekleyeceksin. Paris, 18/06/20

Bir bahar rastlantısı...

Image
19 nisan 2008... İzmir Kitap Fuarına katılmak için Paris’ten İzmir’e gidiyorum. İlk kitabımın imza günü. Tesadüfen de kızların okulunun bahar tatiline rastladığı için onları da götürüyorum yanımda. Onları Çeşme’ye anneme bırakıp ben birkaç gün İzmir’de kalacağım... Uçakta yerlerimize oturduk. Melanie ile Liza hemen kitaplarını çıkartıp okumaya başladılar. Lucy benim yanımda. O da boyama kalemlerini çıkarttı. Harıl harıl resim yapıyor. Ben uçakta okuyacağım ve yazacağım şeyleri çoktan hazırlamışım. Lucy’nin yanında oturan ve sohbet konusu açmaya çalışan hanımla konuşmaya hiç niyetim yok. Biliyorum ki elimi versem kolumu alamayacağım. Bazı insanlar sizi uçakta okunacak kitap yerine koyup, “Ay üç saat nasıl geçti hiç anlamadım!” diye teşekkür edip iniyor. Artık bu tuzağa düşmemeye karar verdim. Ne yalan söyleyeyim, bazen hiç Türkçe bilmiyormuş gibi yaptığım bile oluyor. İki saat boyunca “kısa cevap” şeklinde hallettim soruları: -        Evet 4,5 yaşında. -        Babası Fransız

Anneeeeeeeee… yine anneler günü!

Image
Empoze edilen ne kadar gün varsa hepsine sinir oluyorum. Anneler günü de istisna değil tabii. Hatta düşününce anneler gününü sevmememin diğer ticari günlerden daha fazla nedeni var. İlk aklıma gelen annesini kaybetmiş olanlar... En çok da çocuklar. Annelerine sürpriz yapmaya hazırlanan diğer çocukları seyrederken onların kalbi nasıl acıyordur, bir düşünen var mı acaba? Ya anne olmayı çok isteyip de olamayanlar... Kimbilir kendilerini nasıl hissediyorlardır o gün... Duygu sömürüsü yapıp ticaret yapacağım diye insanları üzmenin anlamı var mı? Annelik o kadar kutsal ki, senede bir gün yeter mi? Her gün anneler günü! Anneni başka gün öpsen, çiçek alsan, daha mı az sevinecek? Kim uyduruyor bu günleri? Hadi uydurmuşlar tamam, illaki kutlayacağız, bari bütün dünyada aynı günde olsaydı! Bildiğim kadarıyla dünyada üç ya da dört farklı tarih var. Fransa ile Türkiye’de aynı tarihte olsa çok basit olurdu. Mümkün değil! Türkiye’dekini kaçıracağım diye ödüm patlıyor, her yere al

Yaş 46, yolun yarısı eder(miş)

Image
Bir doğum günüm daha geldi çattı. 7 Mayıs 2011'de 46 yaşımı dolduruyorum! Daha 45’e zor alışmışken ne zaman 46 oldum? O bir sene nereye uçup gitti? Geçen sene kendimce “45 yolun yarısı eder” diye hesaplamıştım. Kendimdeki değişiklerle de bir güzel dalga geçmiştim. 45’inci yaşıma pek neşeli girmiştim doğrusu... Bu sene nasıl bir motivasyon bulabilirim derken The Economist dergisi imdadıma yetişti. 16 Aralık’taki kapak yazısında yaş ve mutluluk arasındaki ilişkiden bahsediyor. Neden insanlar orta yaşı geçtikten sonra daha mutlu oluyormuş? Dönüm noktası neresiymiş? Yazının beni ilgilendiren kısmı, küresel ortalama alındığında, olgunluk yaşı, yani yolun yarısı 46 yaşmış. Ben yanlış hesap yapmışım geçen sene, oh bir sene kazandım, yaşasın! Üstelik gerçek mutluluk 46’dan sonra yakalanıyormuş! Kabaca bir özet yaparsak durum şöyle: Gençlik farkına varmadan geçiyor. Koşturma, ihtiras ve tatminsizlikler arasında, hiçbir şey anlamadan... İnsan çocukları olunca çok mu