Bir bahar rastlantısı...

19 nisan 2008... İzmir Kitap Fuarına katılmak için Paris’ten İzmir’e gidiyorum. İlk kitabımın imza günü. Tesadüfen de kızların okulunun bahar tatiline rastladığı için onları da götürüyorum yanımda. Onları Çeşme’ye anneme bırakıp ben birkaç gün İzmir’de kalacağım...
Uçakta yerlerimize oturduk. Melanie ile Liza hemen kitaplarını çıkartıp okumaya başladılar. Lucy benim yanımda. O da boyama kalemlerini çıkarttı. Harıl harıl resim yapıyor. Ben uçakta okuyacağım ve yazacağım şeyleri çoktan hazırlamışım. Lucy’nin yanında oturan ve sohbet konusu açmaya çalışan hanımla konuşmaya hiç niyetim yok. Biliyorum ki elimi versem kolumu alamayacağım. Bazı insanlar sizi uçakta okunacak kitap yerine koyup, “Ay üç saat nasıl geçti hiç anlamadım!” diye teşekkür edip iniyor. Artık bu tuzağa düşmemeye karar verdim. Ne yalan söyleyeyim, bazen hiç Türkçe bilmiyormuş gibi yaptığım bile oluyor.

İki saat boyunca “kısa cevap” şeklinde hallettim soruları:
-       Evet 4,5 yaşında.
-       Babası Fransız o yüzden Fransa’da oturuyoruz.
-       Evet, Fransa’da doğdu çocuklar.
-       Türkçe anlar ama iyi konuşamaz.
-       Evet, kendini güzel oyalar uçakta...

Sonrası geldi tabii... “Ne iş yapıyorsunuz?” tarzında başlayan soruların cevapları da uzadı... Ve son bir saati sohbet ederek geçirip, birbirimizin hayatı hakkında bayağı bilgi sahibi olarak indik uçaktan.

Fazilet Alayunt ile tanıştığıma memnum oldum aslında. Kibar ve kültürlü bir hanım. Ege Üniversitesi Ziraat fakültesinde Tarım makinaları bölümünde  profesörmüş. Çocuğunu Fransa’ya bir kurs için bırakmış, oradan dönüyormuş... Kart değiş tokuşu yaparak, belki de İzmir’de Kitap Fuarında görüşmek üzere ayrıldık...

Benim ilk imza günüm iyi geçti. Standın önünde uzun kuyruklar oluşmadı doğal olarak... Ama birkaç sevimli ve ilginç insanla tanıştım.
Bunlardan bir tanesi Dilşen. 25 yaşlarında güler yüzlü bir kız. Yanında sevgilisi ile standın önünde durdu. “Aaaa ben sizin kitabınızı okudum ve çok beğendim.  Yarın da burada mısınız? Kitabımı getirip imzalatmak isterim” dedi.
Ertesi gün imza günüm yoktu. Ama fuarı gezmek için gelecektim. Dilşen ile görüşmek için sözleştik. Bir saat boyunca baş başa keyifle sohbet ettik. Dilşen bana benim o yaşlardaki halimi hatırlatıyordu garip bir şekilde... Belki de bu yüzden ona kendimi öğüt verecek kadar yakın hissettim.
Ege Üniversitesinde Gıda Mühendisliği okuyordu ve üç aylığına İtalya’ya staja gidecekti. Gitmişken üç ay değil de, mümkün olduğu kadar uzun kalmasını tavsiye ettim. Son özgürlük yılların... Boşver sevgilini... Zaten 3 ay bekleyen 6 ay da bekler. Yeni ülke...Yeni lisan... Yeni insanlar... Üç ay yetmez... gibi haddimi aşan öğütler verdim.

Biz daha sonra internet aracılığı ile hep bağlantıda kaldık Dilşen’le. İtalya’da bir seneye yakın kaldı... Her şey çok güzel geçti... Bir sene boyunca sevgilisi onu bekledi... Fakat daha sonra ayrıldılar. (Aynı, benim yıllar önce yaşadığım gibi.)
Şimdi başka sulara yelken açıyor Dilşen. Hâlâ çok genç ve önünde keşfedilmesi gereken heyecanlı bir hayat onu bekliyor...

Fazilet hanımla da bağlantıdayız. En azından bayramlar ve yıl başlarında mesajlaşırız.

İzmir’de Dilşen’le konuşurken yine garip bir rastlantıya şahit oldum. Ege Üniversitesinde okuduğunu söyleyince, uçakta aynı üniversitede ama farklı bir bölümde profesör olan bir hanımla tanıştığımı anlatmış, belki tanıyordurdur diye ismini söylemiştim. Tanımak ne kelime, aile dostlarıymış. Dilşen’in İtalya’daki stajını da Fazilet hanım ayarlamış!


Paris, 3/10/2009




Popular posts from this blog

Ildır'ın suçu ne?

Susarak anlaşmak…

Uslanma hiç hep deli kal!