47’yi sel aldı(!)


Mayıs başında Paris’te durmak bilmeyen yağmurdan değil, göz yaşlarımdan! O kadar yoğun duygularla yüklü bir doğum günü geçirdim ki… Gözlerimden habire yaşlar aktı sanki… Mutluluktan… Üzüntüden… Şaşkınlıktan… Hüngür şakır hiç bitmedi…

Üzüntü kısmını kısa kesiyorum. En çok Mélanie ile küs olmam kalbimi acıtıyordu. Gerisi detay.
Onunla da öyle duygulu bir barışma yaşadık ki akşam… Uzun bir mutluluk ağlamasından sonra bebekler gibi uyudum.

Hani olur ya zor zaman dediğimiz zamanlar… İşte öyle bir dönem geçiriyorum... Her şey üst üste geliyor… Ama adı üstünde, geçecek. Geçerken de hazinemdeki mücevherler bana yardım ediyor.
İşte onlardan bir tanesi Béatrice. Fransa’daki en iyi arkadaşlarımdan biri. Öyle bir arkadaş ki, insan bütün dünyayı mumla arasa zor bulur böylesini.

Neyse, Béa bana ‘7 mayıs gününe hiçbir şey koyma, o gün izinlisin’ dedi.
‘Sabah seni 11.00 gibi alıcam, 17.00’den önce de eve dönemezsin’ diye de ekledi.
Yanına mayonu al dediği için anladım ki Spa tarzı bir yere gidiyoruz…
Önce yemeğe gittik, sonra bir Fas hamamına götürdü beni. Bizim hamamlardan biraz daha farklı, ama güzel, çok büyük ve hoş bir yer. Hamama yayıldık… Biraz buhar yaptık... Sonra masaj yaptırdık. Argan yağıyla yağlayıp bir güzel yoğurdu bizi Faslı kadınlar… Dinlenme odasında farkına vardım ki Cafe haricindeki bütün alanlarda çok loş bir ışık var. Yani okumaya imkan yok, mecburen gözlerini kapatıp dinleniyorsun. Birden üç saattir cep telefonumdan uzak olduğumun, hiçbir şey okumadığımın ve sadece bana ait olan bir zaman geçirdiğimin farkına vardım! Daha güzel bir hediye verilebilir mi?
Ama bitmemiş… Çıkarken doğum günü kartımı elime tutuşturdu. (Evet biz hala birbirimize kart yazarız doğum günlerimizde. Eski usul.)
Okudum, bir daha ağladım…
‘İçinde bir şey daha var’ dedi. Baktım küçük bir kağıt daha… 3 ay boyunca postadan bir koli alacağım ve içinde beni sürprizler beklediği yazılı kağıtta! Ne şeker değil mi?

Béa ile ayrıldık, eve geldim. Baktım mesaj bombardımanı olmuş… Yolda telefonumdan email’lere ve sms’lere cevap vermiştim ama Facebook’a yetişememiştim… Çabucak baktım ama sindire sindire okumak için sonraya bıraktım. Çünkü aile zamanına geçtim… Aşkların en güzeli kızlarımın kendi elleriyle yaptığı kartları ve yazdıklarını okuyup yeniden ağladım… Sonra kahkahalarla güldüm… Sonra yine ağladım.

Sonra dedim ki kendime, kızım Ayşe sen feci bir şekilde yaşlandın! Pilates, bisiklet, yoga moga ne yaparsan yap dış görünüşten biraz yırtsan da içten gittin sen evladım, geçmiş ola!
Hayır işin en komiği, insan 45 yaşından sonra yakını iyi göremiyor ya… 47’den sonra loş ışık ve küçük yazı çiftleşmesinde resmen kör oluyor! Benim gibi doktora gidip gözlük yaptırmayanlar yazdığı sms’leri bile göremiyor!

Belki aka moka ağlayan kör bir kadınım ama şahane dostlarım var! Hepsi değişik değişik… Rengârenk… Günümü gecemi aydınlatıyorlar…

Doğum günümü neşeli sesleriniz, güzel yazılarınız, şakalarınızla  aydınlatıp ışıl ışıl yaptığınız için size dünyalar kadar teşekkür ediyorum dostlar!

‘İyi ki doğmuşum!’ dedirttiniz dün bana. Yine!

Mersi… Mersi… Mersi… Çoooookkkkkk Mersi!


Paris, 8 mayıs 2012


Popular posts from this blog

Ildır'ın suçu ne?

Susarak anlaşmak…

Uslanma hiç hep deli kal!